İkisini de yılda 4 milyona yakın turist ziyaret ediyor. Tamamen aynı
kitle değil, bazen birine gelen öbürüne vakit dahi ayırmıyor. Sayı
yıldan yıla artıyor, en büyük şikâyet de buralardaki tuvaletlerin
yetersizliği. Ayasofya’ya 1500 yıldır
insanlar defi hacet için gelmiyor, bunlar yeni adetler. Topkapı
Sarayı’nın her tarafını tuvaletle donatsak gene yetmeyecek. Hiç kimse
hesap yapmıyor. Adam başı yılda yarım litre idrar bıraksalar, bu nereye
gider diye. Ayasofya’nın ve Topkapı Sarayı’nın altındaki
dehlizlerin ve su yollarının haritası halen çıkarılmadı; bu işe girişmek
de hiçbir kurumun umurunda değil.
Tek istisna İTÜ’den Doç. Dr. Çiğdem Özkan Aygün ve
arkadaşlarıdır. 2005’te Ayasofya’da işe başladılar, doğrusu iş yavaş
ilerliyordu; Ayasofya yönetiminin bileceği iş. Yeraltı su yollarının ve
rutubeti toplayıp sevk edecek kanalların bizim müzenin altında da
uzantıları olacağı doğaldı. “Bizim buradan başlayın ve halkın da ilgisini çekecek şekilde günü gününe rapor verin”
dedim. Neticeler ilginç; ekipten bir dalgıç kızımız Ayasofya tarafından
su kanalına giriyor, bizim orda Harem’deki bir helâ kuburundan çıkıyor.
Sorun ciddi, bir an evvel bilimsel yöntemlerle 1500 yıllık Ayasofya’nın
ve Bizans kalıntılarını da içeren 550 yıllık Topkapı Sarayı’nın alt
yapı haritalarının çıkarılması, tedbirlerin alınması gerekir. Öyle
herkesin her istediği yere tuvalet yapması gibi hafifliklerden de
vazgeçmek lazım. Tuvalet mıntıkaları Sarayın ve Ayasofya’nın dışında
düşünülmelidir. Zira Çiğdem hanımın ve ekibinin araştırma sonuçlarına
göre, yer altı kanallarının bazılarının tıkandığı anlaşılıyor.
Gelelim işin diğer yönüne. Ayasofya ve Topkapı Sarayı’nın alt dünyasının mimar ve mühendislerinin şahane adamlar oldukları anlaşılıyor. Kullanılan malzeme ve bilhassa Ayasofya lağımlarında şpolye (devşirme) dediğimiz antik Yunan-Roma parçalarının da bir dökümü yapılmış. Bunların hepsi 2010 yılında İtalya’da çıkan “Bizantinistica” dergisinde araştırma raporlarında yer alıyor. Mazide bir takım seyyahların Ayasofya’nın altında (Clavijo ve Moreno gibileri) “megale ekklesia”
yani büyük Kilise dedikleri çok geniş bir sarnıcın varlığı doğru değil.
Ama muhteşem bir kanal ağı var. Onun daha da muhteşeminin
Süleymaniye’nin alt katmanında Sinan tarafından gerçekleştirdiği
anlaşılmaktadır. Ve bizler bütün bu koruyucu harika yapıları göz önüne almadan canımızın istediğini yapıyoruz. Rönesans’ta birisi, “Bir kitabın kaderi, okuyucusunun havsalasına bağlıdır” demiş. Abidelerin kaderi de onların mirasçısı olanların irfan ve izan ve vicdanına kalmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi ekibini kutlamak ve çalışmalarına destek olmak ve ona göre davranmak gerekir.
İlber Ortaylı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder